Tuesday, August 12, 2014

Van Gogh dedikleri...

Sarı rengin ressamı. Bir Protestan rahibin oğlu olan Hollanda doğumlu bu ünlü ressam eserlerinde hayatını sorgulamaktadır, bazense isyan etmektedir yaşamına.
Aldığı darbelerdir onu bu kadar ünlü yapmış olan; çünkü Vincent hayattan aldığı darbelere sert fırça darbeleri ile karşılık vermiştir, sessizce haykırmıştır içindekileri tualine. Yaşadıklarının etkisi büyüttükçe içindekileri daha da çok eser çıkarmıştır ortaya, uykusuz kalmak pahasına çalışmıştır o, böylece kendini rahatlatmaya, geçmişte olanları unutmaya çalışmıştır.


Peki bize bu denli güzel sanat eserleri bıraktıracak kadar güçlü olan bu darbeler nelerdir, ne kadar güçlüdürler ki bunlar da bugün hala konuşulmakta, geride bıraktıkları hala incelenmekte olan bu büyük adamı çıkarmışlardır ortaya?

En baştan başlayalım o halde. Vincent henüz 19 yaşında iken ev sahibinin kızından ilk reddini almıştır. Tabi beklemediği bu cevabı duymak içine kapanıklığını, dine bağlılığını arttırmış ve bir misyoner olmasına sebebiyet vermiştir. Belçika’da fakir bir madenci kasabasına misyoner olarak yerleşmiş, buradaki madencilerin kötü hayat şartlarından çok etkilenmiş ve onlarla daha iyi iletişim kurabilmek adına kendisi de bu kötü koşullar altında yaşamaya başlamıştır. Bu tavrı kilise tarafından hoş karşılanmayınca hayatındaki ikinci darbeyi çok severek ve delice bir inançla bağlandığı bu kurumdan almıştır. Rahiplik mesleğine de son verilince kardeşi Theo’nun tavsiyesi üzerine resim kariyeri yapmak için güzel sanatlar okuluna başvurmuş, nedendir bilinmez bu kararından da vazgeçerek ailesinin yanına geri dönmüştür.

Etten’de ailesinin yanında sürekli resim sanatı üzerine yazılmış olan kitaplar okumuş ve sık sık resim yapmıştır. Hayatındaki üçüncü darbeyi de burada, kendisinden yedi yaş büyük olan kuzeninden almıştır. Çok hoşlandığı kuzeni de onu reddetmiştir işte, üstelik o kadar ısrarlarına, yakarmalarına rağmen gene reddedilmiştir. Bunun üzerine de evinden ayrılmış ve Lahey’e yerleşmiştir.

Hayatındaki dördüncü darbenin çok yakında olduğunu bilemeden Lahey’li ressam Mauve ile yaşamaya başlamıştır. Bir süre sonra Mauve, Van Gogh’la arasına derin bir mesafe koymuştur bile. Bu mesafenin Vincent’e göre nedeni Vincent’in bu evde bir fahişe ile beraber yaşamaya başlamış ve üstelik de kadının beş yaşındaki çocuğuna da bakıyor oluşudur. Ailesinin de ısrarları sonucunda bu kadını bırakan Vincent baba ocağına tekrar geri dönmüştür.

Bundan sonraki ilişkisi de ailesi tarafından onaylanmamış, sonrasında da onu derin üzüntüye iten ve hayatındaki beşinci darbesi olan babasının ölümü gerçekleşmiştir.

O sıralarda karanlık renkler kullanarak ürettiği tablolarının fazla satılmadığından kardeşi Theo’ya bahsettiğinde daha parlak renkli tablolar üretirse daha çok satabileceği cevabını almış ve bu tavsiyeye uyarak canlı renklere bir geçiş yapmıştır. Bu da muhteşem Van Gogh sarısı çağının başlangıcı demektir aslında. Ancak kardeşinden gelen paranın çoğunu resim malzemelerine ve modellere; kalan kısmını ise kahve, sigara ve absinte harcadığından sağlığı oldukça kötü duruma gitmiştir ve Vincent de en sonunda çareyi Paris’e giderek Theo ile beraber yaşamakta bulmuştur. Burada da ressam Gauguin ile tanışmıştır ve bazı eserlerini değiş tokuş etmişler, sağlam bir arkadaşlık kurmuşlardır.




Bir müddet sonra Gauguin ve Van Gogh Güney Fransa’da Van Gogh’un meşhur Sarı Ev’inde yaşamaya başlamışlar, beraber resim üzerine pek çok çalışmalar yapmışlar, farklı resim tekniklerini incelemişlerdir. Tabi bu incelemeler sırasında resim teknikleri üzerine uzun tartışmalar da yapmışlardır ve bu tartışmalar bir zaman sonra o kadar büyük boyutlara ulaşmıştır ki hayatında birçok darbe yaşamış olan Van Gogh, Gauguin’in birgün kendisini terkedeceğine dair bir korkuya kapılmıştır. Gauguin bir gece yine bir kavga sonucu hışımla evden çıktığında korkan ve nöbet geçiren Vincent sol kulağının alt kısmını kesmiş ve bunu bir beze sarmış, bezi de götürüp bir fahişeye vermiştir, sonrasında ise yerde baygın halde yatarken bulunmuştur. Gauguin bu durumdan sonra bir daha kendisiyle hiç görüşmemiştir. Bu da Vincent’in hayatındaki altıncı darbe olmuştur.

Taburcu olduktan sonra döndüğü sarı evde gördüğü halüsinasyonlar ve geçirdiği nöbetler sonucu hastaneye tekrar kaldırılmış, bir müddet sonra ise iyileştiği konusunda ısrarcı olup sarı eve geri dönmek istemiştir. Yedinci darbe de endişeli kasabalılardan gelmiş ve onun akıl hastanesinde kalmasını istemişlerdir. O çok sevdiği sarı evine dönememesi ise hayatındaki son darbesi olmuştur.

Akıl hastanesinde resimlerini yapmaya devam etmiştir, sarı rengi tüm resimlerinde kullanmaktadır hala. Hastanede iken ünlenmeye başlamıştır ve dışarıda kendisinden dahi diye bahsedilmektedir artık. Paris yakınlarında bir doktorun gözetimi altında iken çalışmalarına devam etmiş, kardeşine ruhsal durumunun gayet iyi olduğunu belirten son mektubunu yazdıktan sonra birgün tarlada yürüyüşe çıktığında kendisini göğsünden vurarak intihar etmiştir. Hayattan aldığı darbelere karşı, kendisine gelecek ve beklenen son darbenin kendi ellerinden olmasını istemiştir belki de.

Ölürken de başucundaki Theo’ya şöyle fısıldamıştır zaten “Mutsuzluğum sonsuza kadar sürer”

Bir mutsuzluk öyküsüdür Van Gogh’un hayatı. Ama o gene de sarı renkle donatmıştır tablolarını, içindeki umudunu yansıtmıştır tuallerine. Her ne kadar kimileri Vincent’in sarı renge bu kadar düşkün olmasını, özellikle de son yıllarında tablolarında sarı rengi ağırlıklı olarak kullanıyor oluşunun nedenini onun ruhsal bozukluğuna bağlıyor, sarı rengin hilekarlık, ihanet ve depresyonu simgelediğini vurguluyor olsalar da ben bu suçlamaların doğruluğunu kabul etmiyorum açıkçası. Eğer bunlar doğru olsaydı içimizi ısıtan, dünyamızı aydınlatan güneş sarı olmazdı bir kere, bu renk insana içten içe bir mutluluk sunamazdı.

Zaten Vincent de içinde kopan fırtınaları sarı renk kullanarak değil de sert fırça darbeleri ile haykırmıştır tüm dünyaya, öyle duyurabilmiştir yaşadıklarını, derin kederini. Hayattan aldığı tüm darbeleri bu şekilde anımsatmaktadır ve de anımsatacaktır insanlara yıllar sonra bile. 

No comments:

Post a Comment