Friday, February 26, 2016

Eski ve ilginç bir buluşma yeri: Latrina


Latince banyo, yıkanma, hamam anlamına gelen "lavare" sözcüğünden türemiş olan latrina, eski çağ şehirlerinde ortak tuvaletlere verilen bir ad.

Her ne kadar Eski Çağ yerleşimlerinden itibaren görülüyor olsalar da ilk gelişmiş örneklerine Roma Dönemi'nde rastlanmaktadır. Öncelikle yoksul halk için yapılmakla birlikte zaman içerisinde daha ihtişamlı biçimler alarak imparatorluk için bir statü sembolüne dönüşmüş ve toplumun ileri gelenlerinin bir hayli rağbet gösterdikleri birer buluşma yeri halini almıştır. Önemli siyasetçiler, filozoflar ve zenginler burada toplanmaya ve tuvalet ihtiyaçlarını giderirken sohbet etmeye, hatta önemli konularda kararlar almaya başlamışlardır. 

Buradan yola çıkarak latrinalar bir anlamda utanmanın öğrenilen ve öğretilen bir olgu olduğunun kanıtlarıdır diyebiliriz.   

Günümüzde en bilinenleri; Aydın'da yer alan ve 65 kişi kapasiteli Traellis ile 32 kişi kapasiteli Magnesia'dakiler olup en sistemlisi ise Denizli Laodikya'da yer alan 80 kişi kapasiteli olandır. Şüphesiz en fazla bilinen ve ziyaret edileni ise Efes Antik Kenti'ndeki latrinadır. 

Monday, September 7, 2015

Viktor E. Frankl'den...

Yaşamı anlamlandırmak için yapmanız gereken:

1.       Bir eser meydana getirin.
2.       Doğayla veya bir insanla İletişim kurun ya da birini sevin.

3.       Kendiliğinden gelen bir acıyı anlamlı düşünün. 

Thursday, September 11, 2014

Yarın Dünya Çikolata Günü

Çikolata...Buraya yazınca bile mutlu oldum. Yer yemez insana enerji katan, keyfini yerine getiren, tabiatın en güzel hediyelerinden biri :)

Fakat, bir paket çikolatanın sadece %3 kadarı onu üreten insanlara gitmektedir. Ardında her ne kadar böyle acı bir gerçek olsa da bu doğal antidepresanın hayatımızı yoluna koymamızda en büyük yardımcımız olduğuna inanıyorum.


En nihayetinde: "Chocolate doesn't ask silly questions, chocolate understands..."

Gelelim işin sanat boyutuna...Çikolatadan heykeller yapan birisi var. Stefan Leroux...Pasta ve çikolataya çok küçük yaştan beri ilgi duyan bu adam çikolatanın farklı yönlerini keşfedip çikolatadan heykeller yapmaya karar veriyor. Renklendirme ise pudra şekeri, tereyağ, çikolata (beyaz, sütlü, bitter) ve renklendirici ürünlerle yapılıyor. Fakat Leroux'un en büyük sorunu çikolatanın anlık bir ürün olması ve yaptığı heykelleri -çok beğense de- kendine saklayamıyor olmasından ileri geliyor.


Bizans oyunları

Kapitalizmin geldiği son noktadayız. Endüstri Devrimi'nin gerekçeleri geri geldi adeta. İşyerlerimizin esiri olan bizler o kadar abes davranmaya başladık ki giderek daha da arttırıyoruz bu esaretimizi.

Bir pozisyon yükselmek için yapılan bizans oyunları, atılan kırk bir türlü taklalar, yaltaklanmalar, ezilip bükülmeler değil mi bizi bir üst boyut esarete taşıyan. Hayat boyu kölelik sistemine geçmek nedir? Kendi özgür iradesini hiçe sayıp başkalarının her dediğine sırf çıkar nedeniyle tamam demek ne demek? Sorguluyorum...Peki ama sadece benim ya da birkaçımızın sorgulaması yetecek mi bu düzeni değiştirmeye? 




Tuesday, September 2, 2014

Ömür boyu tutsaklık zihinsel mi?

Genel olarak feminist kuramda karşılaşılan ve kadının iş hayatında sadece belli bir noktaya kadar yükselebilmesine ve buradan ilerisine gidebilmek için ise karar verme yetisine sahip birtakım otoritelerin bilinçli/bilinçsiz düzenlemeleri sonucu engellerle karşılaşmalarını ifade eden bu terim esasında hayatın her alanında karşımıza çıkmaktadır. 

Yasal olarak bakıldığında herkes eşit, herkes her şeyi yapabilir durumda öyle değil mi? Peki ya gerçekte de bu şekilde mi durumlar? İster istemez hepimize öğretilmiş engeller var, kapasitemiz her ne kadar yetebilecek durumda olsa da belki de hiçbirimiz bazı isteklerimizi zorlamıyoruz. Aksiyona dökemiyoruz. 

Buna dair bir deney var. Bilim adamları pirelerin farklı yükseklikte zıpladıklarını görüp birkaçını toplayıp 30 cm yüksekliğinde cam bir fanusa koyarlar. Metal zemini ısıtırlar. Sıcaktan rahatsız olan pireler kaçmak için zıplamaya başlar. Ama kafalarını cama vurarak geri düşerler. Zemin iyice rahatsız ettiğinden tekrar zıplarlar. Camın ne olduğunu bilmediklerinden kendilerine engel olan şeyi bilmemektedirler. Bu şekilde zıplaya zıplaya en sonunda 30 cm'den fazla zıplamamayı öğrenirler. Sonrasında cam tavan kaldırıldığında pirelerin hiçbirinin 30 cm'den yukarı zıplamadıkları görülür. Artık daha yükseğe zıplama imkanları vardır, fakat hiçbiri bunu denemez bile. Artık sınırlarının dışına çıkamaz durumdadırlar, engel artık tamamen zihinlerindedir. Kafalarının içindeki bu engel oradan kaçıp kurtulmalarına engel olur. Ömür boyu kendi oluşturduğun engellerin tutsağı olmak da bu olsa gerek.  


Monday, September 1, 2014

Sular seller, afetler...

Giderek artan sel baskınları…Önceden hep muson yağmurlarının yol açtığı seller nedeniyle taşan dereler, su dolan vadiler, yıkılan bentler nedeniyle duyduğumuz Güney Asya felaketleri. Hindistan ya da Bangladeş'e özgü değil miydi bunlar? Orada ölürdü genelde insanlar öyle değil mi? E onlar da çok kalabalık, fakir bir de, olacağı da buydu değil mi? Duyarsızlığımız taşıdı bizi bu noktalara, yabancı kalmanın getirileri hep bunlar. Uzaklardaki insanların yakarışlarını dinledik akşam haberlerinde, televizyonu kapatınca unuttuk. Gazetede gördük belki, üzüldük…Ama günlük işlerimiz başlayınca unuttuk.
Peki ya şimdi? Şimdi artık felaketler çok yakınlarımıza kadar geldi. Kayseri’de sel faciası, İzmir’de su baskını, Antalya’da mağdur durumda kalan onlarca insan…

Peki ya Almanya, Orta Avrupa? Giderek artan bu felaketlere kim dur diyecek? 

Wednesday, August 20, 2014

Bu müziği duymak için orada olmalısın...

Ryan Holladay ve Hays Holladay...Hayatlarını müziğe adamış iki erkek kardeş. Fakat, tamamen farklı bir şekilde...

Yaptıkları müzikler asla CDsini alıp da evimde ya da yolda bir yerde dinleyeyim tarzında müzikler değil. Onlar mekana özel müzikler yapıyorlar. Bunu bir uygulama şeklinde size sunuyorlar. Bu uygulama, GPS özelliği ile fiziksel olarak bulunduğunuz mekana özel besteyi dinlemek üzerine konumlandırılmış.

İlk çalışmaları ise ABD'de. Central Park ve The National Mall...Bu müzik mekanla tam anlamıyla bütünleşiyor, geçtiğiniz yerleri daha çok hissetmenizi, gördüklerinizin aklınızda kalmasını ve unutulmaz anılar olarak kalmasını sağlıyor. Orayı eşsiz kılıyor diyebiliriz.

Üretimi oldukça zor olsa da bu müziğin çok geçmeden Türkiye'de de yapılmasını temenni ediyorum. Zira bizim de bu tür duyguları derinlemesine yaşamak isteyeceğimiz yerler var. Fazıl Say'ın bu konuda eşsiz eserler ortaya koyacağına inanıyorum.